İ
   
 
  AKSARAY TARİHİ
SELÇUKLU DÖNEMiNDE AKSARAY

     1040 tarihinde Dandanakan savaşında Gazneli­lere karşı zafer kazanılmasıyla kurulan Büyük Sel­çuklu Devleti, Alparslan tarafından Malazgirt Zafe­ri (1071)'nin kazanılmasıyla Anadolu'ya adım at­mıştır.

1076 yılında Süleyman Şah'ın iznik'i fethiyle Büyük Selçuklu Devleti ile bağlantılı Anadolu Sel­çuklu Devleti kurulmuştur.  Süleyman Şah Antakya' ya düzenlediği ilk sefer sırasında Ebul Gazi' yi ( Hasan Bey ki Hasandağı bu zatın ismi ile anılır.) Kapadokya' ya vali tayin eder. Süleyman Şah'ın Bizans hakimiyetindeki Antak­ya'yı almak istemesiyle ve bunu başaramaması so­nucu, ölümüyle Anadolu Selçuklu Devleti bir müd­det için bağımsızlığını yitirmişse de daha sonra oğ­lu I. Kılıçarslan'ın Büyük Selçuklu Devleti Hüküm­darı Berkyaruk ile birlikte hareket etmesi, Anado­lu'ya saldıran Haçlı Ordularını yine birlikte hareket ettiği Danişmend Beyi Melik Gümüştekin desteğin­de bozguna uğratması sonucu Aksaray (o zamanki adıyla Arc­halais) Anadolu Selçukluları ege­menliğine girmiştir.

Aksaray bu dönemde aralıklı olarak Da­nişmendlilerin ve Anadolu Sel­çuklularının hakimiyeti altına girmiştir. Aksaray'ın en önemli eserlerinden biri olan Ulu Cami işte bu dönemde Kılıçarslan' ın oğlu Rükn-ed-din Mesud tarafın­dan yaptırıimış olup, aynı sultan zamanında Aksaray imar yönün­den oldukça geliştirilmiştir.

SuItan Mesut, ilk defa para bastıran Anadolu Selçuklu hü­kümdarıdır. Sultan Mesud'dan sonra hükümdar olan oğlu II. Kı­Iıçarslan Aksaray şehrini ikinci bir payitaht gibi görmüş, büyük bir imar hamlesi başlatmış, baba­sı tarafından yaptırılan Ulu Ca­mi'yi genişletmiş, Ulucaminin abanoz ağacından yapılan muhteşem minberine baba­sının adı yanına kendi adını da kazdırtmıştır. Bu minberin bir eşi, ancak daha yeni tarihlisi Kon­ya'da Alaaddin Camisi'ndedir.

II. Kılıçarslan gönlünü bu top­raklara kaptırmıştı. Anadolu Bir­liği O’nun en büyük rüyasıydı. Bu amaç doğrultu­sunda Kayseri ve Sivas'ı zaptetti. Aksaray'a kale in­şa ettirdi. Buraya Azerbaycan'dan alimler, sanat­karlar, tüccarlar ve mücahitler getirterek yerleştirdi. Sultanhanı'Kasabasında bulunan ve Selçuklu Han örneklerinin en nadidesi olan  sultanhanı (Kervansaray)'da II. Kılıçarslan tara­fından inşa edilmiş eserlerdendir.Ayrıca Aksarayda adına yaptırdığı Kılıçarslan Hamamı bu döneme ait günümüze ulaşan en eski hamam örneğidir.

Aksaray adının da Kılıçarslan tarafından şehre ak taşlar kullanılarak yaptırılan saraydan geldiği muhtemeldir. Bu saray tarihin Archalais'ini Aksa­ray'a çevirmiştir. Etrafında medrese, kervansaray,hamam, imarethane, tabhane gibi çok ve çeşitli sosyal yar­dım ve hayır müesseseleri ve irfan yuvaları bulun­maktaydı. Bugün bunlardan hiç biri ayakta değildir.

 

Eğer Aksaray olmasaydı Danişmendliler ortadan kalkmaz, Anadolu'da bir Müslüman-Türk birliği kurulamazdı. Anadolu'da ulusal bir Türk varlığının kuruluşunda Aksaray'a aslan payı düşüyor.

Aksaray II. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra da Anadolu Selçuklularının önem verdiği, çoğu za­man askeri bir üs olarak yararlandığı bir şehir ol­maya devam etmiştir.

      Selçuklu Sultanlarından Gıyaseddin Keyhüs­revoğlu Alaaddin Keykubat, Aksaray'da dedesi tarafından inşa ettirilen sarayda oturmuştur. Bu dönemde Danişmendlilerden Yağıbasanoğlu Mu­zaffer-üd-din Mahmut, Keykubat tarafından Aksa­ray Valisi tayin edilmiştir. Danişmendliler de bu vesileyle Aksaray'a birkaç eser kazandırmışlardır. Muzafferiye Medresesi, Muzaffer-üd-din Melik Mahmut Gazi Hangahı (Darphane), Zahir-üd-din Hangahı, imadiyye Hangahı, Bedriye (bugünkü adıyla Ka­dıoğlu) Medresesi ve Melikiyye Medresesi bunlar arasındadır.

Daha sonra tahta geçen izzeddin Keykavus döneminde islam aleminin büyük alimlerinden Şeyh-ül Ekber Muhiddin-i Arabi Aksaray'a gel­erek medreselerde ders vermiştir. Bu dönemde Moğol Hükümdarlarından Baycu Noyan Aksa­ray'a kadar hakimiyeti altına alarak, etrafı yakıp yıkmış, hatta bir kış mevsiminide Sultanhanı civarında geçirmiştir.

İzzeddin Keykavus'un Moğollara vergi vermek istememesi sonucu Moğol Hükümdarı Hülagü Han, izzeddin Keykavus'un kardeşi Rükneddin Kılıçarslan'ı bir fermanla Sultan ilan etti. Rükned­din Kılıçarslan döneminde Aksaray, sultanın otur­duğu ve ülkeyi yönettiği bir şehir yani payi taht konumundadır.

Rükneddin Kılıçarslan yine Anadolu'dar karı­şıklıklar döneminde Moğollarca zehirletilmiş, ye­rine 6 yaşında olan III. Gıyaseddin Keyhüsrev sul­tan olmuştur. Daha sonra Anadolu'daki iç karışık­lık Aksaray'ı da pençesi içerisine almış, Moğol Şehzadelerinden Kongurtay tarafından şehir bir defa daha yıkılıp yakılmış ve yağmalanmıştır.

İlhanlılar döneminde Şehzade Keygatu 20.000 kişilik bir ordu ile Aksaray'a yürümüşse de şehre ve sa­kinlerine oldukça iyi davranmış ve Aksaray bu yıllarda yani 1285 tari­hinden itibaren yeniden gelişme ve güzelleşme yoluna girmiştir.

Bu dönemde Selçuklu hükümdarı Sultan II. Gıyaseddin Mesud'dur. Daha sonra tahta geçen III. Alaad­din-i Keykubat zamanında Aksaray'a Pervane Müniddin Muhammed Bey kadı olarak görevlendirilmiştir.

Aksaray bu dönem içerisinde za­man zaman Moğollar tarafından iş­gale uğramış, zaman zaman Selçuk­lu egemenliğine girmiş ama her hü­kümdarda da büyük zulüm yaşamış­tır. Ticaret yolu üzerinde olması da yaşadığı bütün eziyetlere rağmen Aksaray'ın varlığını sürdürmesine vesile olmuş, Anadolu'nun önemli yerleşim noktalarından biri olarak hayatiyetini sürdürmüştür. Zaten bu dönem Sultan II. Mesud'un 1308'de ölümü ile Selçuklu Devleti varlığının da sona erdiği dönem olup Anadolu Beylikleri Dönemi başlamıştır.

 

PERS DÖNEMİ VE KAPADOKYA KRALLIĞI



(M.Ö.585-332)Kimmerler’in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu’da Medler (M.Ö.585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler.
Kappadokia, antik çağlarda büyük bölümünü İç Anadolu’nun oluşturduğu bir bölgenin adıdır. Tarihte Kappadokia sözcüğüne ilk olarak MÖ.IV. yüzyılda İran’da Kermanşah’la Hamadan arasındaki yol üzerinde bulunan Bisitun (Behistun) dağının kayalık yüzeyine yapılmış kabartmaları açıklayan yazıtta rastlanır.Pers Kralı I.Darius (Dareios) MÖ.516’da Bisitun yazıtında, egemenliği altına aldığı kavim ve ülkeleri, zaferlerinin kanıtı olarak eski Persçe (Farsça), Elamca ve Akadça olarak üç ayrı dilde,çivi yazısıyla belgeletmiştir.Bisitun anıtında sıralanan ülkeler arasında persçe Katpatuka sözcüğü de yer almaktadır. Bu nedenle pek çok dilbilimciye göre bu sözcüğün kökeni persçe’dir ve büyük olasılıkla “Güzel Atlar Ülkesi" anlamına gelmektedir. Buna karşılık Kappadokia sözcüğünün kökeni, eskiden Hitit dünyasında Anadolu’da konuşulan Hint-Avrupa dillerinden biri olan Luvice’ye bağlayanlarda vardır. Başka bir görüş de Kappadokia sözcüğünün Kızılırmak’ın bir kolu ve antik adı “kappadoks”  olan nehirden türediğini savunmaktadır. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarında bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı’nı, kutsal saymışlardır.

Persler, Kapadokya’dan geçerek başkentlerini Ege’ye bağlayan, ‘Kral Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö.334 ve 332’de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.

Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender Kapadokya’da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I.Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti.

İskender’in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.

 OSMANLI ZAMANINDA AKSARAY

 

   Konyayı kendi Merkezi yapan Karamanoğulları Beyliği, kurulan beylikler içerisinde en güçlü olanı idi. Aksaray'da o dönemler bu güçlü beyliğin sınırla­rı içinde bulunuyordu. Anadoluda beylikler devri bir iç mücadeleye sahne olmuştur. Osmanlı Beyliği ken­disini mümkün olduğu kadar bu mücadelenin dışın­da tutmuştur. Hedef olarak Bizans ve küffar illerini kendine mücadele alanı olarak seçmiştir. Bu tutu­muyla kısa zamanda Anadolu halkının sevgi ve say­gısını kazanmış, önemli bir güç olarak kendisini gös­termiştir. Karamanoğulları, kendilerine rakip olacak Osmanlı Beyliğinin güçlenmesini kırmak için Bi­zansla işbirliğine girmiştir.

Bu ilişkiyi sezen Osmanlı Sultanı Yıldırım Beya­zıd, Anadolu Türk Birliği siyasetine hız vermiştir. 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri'nin ilhakı gerçekleşmiştir. Osmanlı Devle­tinin Anadolu’daki nüfuzunun güçlendiğini gören Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey, Osmanlı toprakları­nın bir kısmını ele geçirmiş. Bunun üzerine Sultan Yıldırım Beyazıd ikinci Anadolu seferine çıkmak zo­runda kalmıştır.

Doğunun cihangiri olan Timur ile batının cihangi­ri olan Yıldırım arasında 1402 yılında yapılan Ankara Sa­vaşı'na kadar, Osmanlı idaresinde kalan Aksaray, Yıldırım’ın savaşı kaybetmesi sonunda, tekrar ba­ğımsızlıklarına kavuşan beyliklerden Karamanoğul­larının idaresine girmiştir. Bu durum Fatih zamanına kadar sürmüştür.

1451 yılında Osmanlı tahtına geçen Fatih ilk se­ferini Karaman üzerine yapmıştır. Fatih'e karşı koya­mayacağını anlayan Karamanoğlu ibrahim Bey, Ta­şeli'ne çekilmiş, Molla Veliyi padişaha göndererek bağışlanmasını istemiştir. Beyşehir, Akşehir, Seydişe­hirlin Osmanlılara geri verilmesi şartıyla sulh yapıl­mıştır.

Daha sonra Fatih 1461 de Karaman üzerine dü­zenlediği seferde Konya'ya girerek Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırmıştır. Merkezi Konya olmak üzere bir beylerbeylik (Eyalet) şeklinde Devlet-i Aliye bağladığını bildirmiştir. Karamanoğlu Pir Mehmet Bey ve kardeşi Kasım Bey güneye çekilmiş­ler, ellerinde sadece İçel, Taşeli, Niğde ve Silifke kal­mıştır.

Fatih, Konya’da sikke bastırarak, beylerbeyliğine oğlu şehzade Mustafa’yı tayin etti. Aksaray henüz Osmanlı idaresine geçmemiştir.

1470 yılında Aksaray ve çevresi Vezir-i Azam İs­hak Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiş ve Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Fatih’in emriyle İstanbul’un fethinden sonra  binlerce Müslüman Türk ailesi Aksaray'dan ve Ortaköy’den istanbul'a getirilmiş, bugün Aksaray ve Ortaköy denen semtlere iskan edilmişlerdir. Semtler, bu ismini bura­ya yerleştirilen Aksaraylılardan ve Ortaköylülerden almıştır.

Bu dönemde Aksaray, henüz Anadolu Selçuklu dönemindeki parlaklığını kaybetmemiş, sancak mer­kezi olarak mühim bir şehir özelliğini korumuştur.

Aksaray, Osmanlı döneminde yapılan 1501 tarih­li yazıma göre 5.000-5.500 civarında Türk nüfusa sahiptir. Şehrin nüfusu 1525'de yine 5.000 dolayla­rında iken 1584'de 9.500'e çıkmıştır. XVII. ve XVIII. yüzyılda bu durumu koruyan Aksaray, XIX. yüzyılda önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Nitekim 1867’de nüfusu 3.000-3.500 kadarmış. XIX. yüzyıl­dan sonra ancak 4.000-5.000'e yükselmiştir.

Aksaray'ın 1501’de otuzaltı, 1525’de otuzyedi, 1584’de kırkbir, XVII. yüzyılda ise otuziki mahal­lesi vardı. Evleri kerpiç ve taş yapıdandı.

XVII. y.y’da Karaman eyaleti içerisindeki Aksa­ray Sancağı’nda 13 Zeamet (Orta dereceli Devlet Memuru), 288 tımar vardı. Aksaray Sancak beyi­nin hası 350.000 akçadır.

1893 yılında Konya Vilayeti sınırlarında bulu­nan Aksaray, bir nahiye, yüzaltmış köyden ibaret olup, Kaymakam olarak Halis Efendi tayin edilmiş­tir. Aksaray'daki tarihi eserlerin hemen hemen ta­mamı Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemine aittir. Osmanlı dönemine ait çok az sayıda Camii,hamam ve türbe günümüze ulaşmıştır. Bir kısmıda zamanımıza kadar gelmemiştir.

KARAMANOĞULLARI DÖNEMİNDE AKSARAY

 

Bu beylikler içerisinde en önemli rolü oynayan Karamanoğulları, merkezleri­nin de Konya olması dolayısıyla Aksaray ve civarın­da egemen olmuşlardır (1312).

Karamanoğulları döneminde Aksaray, yine eski­den olduğu gibi önemli bir bilim ve kültür merkezi özelliğini sürdürmüştür. Çeşitli hayır müesseseleri, sosyal tesisler bu dönemde de gelişmesini devam et­tirmiştir. Ayrıca deprem dolayısıyla yıkılan ve önem­li ölçüde hasar gören kale, Ulu Cami  gibi yapılar Ka­ramanoğulları döneminde yeniden inşa edilmiştir.

Karamanoğullarının son yıllarında hüküm süren Karamanoğlu Alaaddin Bey dönemi Osmanlı impara­torluğu'nun da bu beylikten rahatsızlık duyması dö­nemine rast gelmiştir. Alaaddin Bey çeşitli saldırılarla Osmanlı topraklarına seferler düzenlemiş, bu yüzden Yıldırım Beyazıt'ın kendi üzerine yürümesine yol aç­mıştır. Yıldırım Beyazıt ordusuyla Konya önlerine ge­lince Alaaddin Bey müttefiki Kadı Burhaneddin ile anlaşmak yerine önce Taşeli'ne kaçmış, daha sonra da Osmanlılarla anlaşmayı tercih etmiştir.

Bu anlaşma üzerine Sivas ve yöresinin hakimi olan hatta bir dönem hakimiyeti Ankara'ya kadar uzanan Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları üzerine sefer düzenleyerek Yaprakhisar, Zincirli, Selime ve Aksaray Kalelerini zaptetmiş ve Aksaray yöresi Kadı Burhaneddin ve dolayısıyla Anadolu'da 46 yıl kadar hüküm süren Eratna (Ertana) Beyliği emrine girmiştir. Daha sonra Yıldırım Beyazıt 1396 tarihinde Aksa­ray'ı diğer illerle birlikte almıştır.

Bu dönem, Yıldırım Beyazıt'ın Anadolu'da Türk birliğini sağlamak amacıyla giriştiği fetihlerin dönemi olup 1402'de Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmesi­ne kadar devam etmiştir. 1402'de Timur, Osmanlı, topraklarını eski Beylere dağıtınca Aksaray tekrar Karamanoğulları Beyliği'nin yönetimine girmiştir.

 

KAPADOKYALlLAR VE ROMALILAR ZAMANINDA AKSARAY

 

     Pers yönetimine kadar olan dönemde Kapadokya hakkında kesin bilgiler yoktur. Kapadok­yalılar, ancak Pers kralı Dama­tez zamanında ülkelerine ha­kim olabildiler. Ariathes zama­nında bağımsızlıklarını ilan et­tiler. (M.Ö. 323)

Romalılar, Kapadokyaıyı ilk defa B.iskender'in komutanla­rından Selev-kuslar'ın elinden aldı. M.Ö. 129' da Kapadokya Kralları, Romaının dostu idiler. Başşehirleri ne zaman kuruldu­ğu bilinmeyen Mazaka (Kayse­ri) idi. Kısa bir süre Tyanalyı (Niğde-Kemerhisar) ge­çici başşehir yaptılar. Krallarına izafeten bu yöreye "Özebya" adını verdiler. Aksaray ve çevresi Tyana'ya(Kemerhisar) bağlıydı.Mark Antuan zamanında I. Archalaus Kapadokya Kralı oldu. Bu Kral, son Kapadokya kralı idi. M.S. 17'de öldü. Kapadokya Krallığı zamanında Aksaray ve yöresine "Garsaura" deniliyordu. Archalaus'un Kapadokya Kralı olmasından sonra Aksaray ve çev­resi önem kazandı. Archalaus, şehri yeniden imar et­ti. Buraya Archalais adını verdi. Şehir, Türkler tarafından alınıncaya kadar “Archelais“ yada “Colonia Archealais“ Olarak anıldı.

Tiber, meclisten çıkardığı bir kararla krallığı bir vi­layet düzeyine indirdi. Alınan vergiyi de yarı yarıya azalttı.

Romalılar, ruhani teşkilatlarda da sürekli değişik­likler yapıyorlardı. Aksaray değişiklikler sırasında, merkezi Tyana olan Toroslar Kapadokya'sı içerisinde yer aldı.

HİTİTLER DÖNEMİ
 



(M.Ö.1750-1200) M.Ö.II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi’ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar’dır. Kapadokya Bölgesi’nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi’nde özellikle Kapadokya Bölgesi’nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır. Aksaray Hititler döneminde önemli bir geçiş kavşağıdır. Hitit imparatorluğunun son dönemlerine ait kral Hartapuş’a ait Gücünkaya köyü yakınlarındaki siyek yazılı kayası ve çevrede bulunan höyüklerden toplanan arkeolojik malzemeler ve müzece satın alınan Hitit imparatorluk dönemine ait mühürler ile tarihin ilk baraj örneklerinden olan Böget yakınlarındaki Eşmekaya barajı Aksaray’da Hitit imparatorluk çağının kesintisiz olarak yaşandığını kanıtlamaktadır.

 
 

        GEÇ HİTİT DÖNEMİ
 



       (M.Ö.1200-700) Friglerin Orta Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu’nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi’ndeki geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde, Aksaray ve   Nevşehir’i içine alan Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl-Topada, Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır.  Aksaray merkezinde bulunan, bazalttan yapılmış, Hitit Hiyeroglifi ile yazılı stel Geç Hitit döneminin bölgede  yaşandığını  ve Aksaray bölgesinin Şinuhtu krallığı sınırları içerisinde  oldugunu gösteren  önemli yazılı vesikalardan olup,
Aksaray Müzesinde sergilenmektedir.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE AKSARAY
 


 

Cumhuriyetin ilk yıllarında (1920) yapılan ilk teşkilatlanmada, daha önce sancaklara bağlı olan mutasarrıflıklar vilayete dönüştürülmüştür. Aksa­ray Mutasarrıflığı da bu teşkilatlanma içerisinde müstakil vilayet yapılmıştır. O gün Aksaray Muta­sarrıfı olan Abdullah Sabri Karter ilk Aksaray Vali­si olmuştur. 1923 yılına kadar bu görevde kalan Karter 15 .11.1923’de görevi Ziya Günar’ a devret­miştir. Günar, 01.06.1932'de görevi Arif Hikmet Onatla bırakmıştır. Arif Hikmet Onat bu görevde iken T.B.M.M. tarafından çıkartılan 20.05.1933 gün ve 2197 sayılı "Bazı Vilayetlerin ilgası ve Ba­zılarının Birleştirilmesi Hakkında Kanun“la Aksa­ray kaza yapılmıştır.

Bu Kanunun 3. maddesine istinaden Aksaray, daha önce kendisine bağlı olan Arapsun (Gülşe­hir) kazası ile birlikte Niğde’ye bağlanmış, Şerefli Koçhisar ise Ankara'ya bağlanmıştır.

Aksaray, Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi hamlesine başlamış, ülkenin kalkınmasına o gün­kü şartlar içerisinde katkıda bulunmuştur. Bunun ilk örneklerinden bir tanesi, o günkü Aksaray me­busu Vehbi Çorakçılnın teşebbüs ve büyük gayret­leri ile Azm-i Milli Un Fabrikasıdır. Yine 1926'da henüz ülkenin üç-beş şehri elektrik enerjisi ile ay­dınlatılırken, kurulan Hidroelektrik Santrali ile şe­hir aydınlatması sağlanmıştır.

Milli Mücadele sırasında Kuvay-i Milliye Kuv­vetleri'ni destekleyen Aksaray, 344 evladını vatan uğruna şehit olmuştur. Son yıllarda terör örgütle­rince yapılan haince saldırılarda da 70'e yakın şehit vermiştir.

1933'de kaza olan Aksaray, bu yıldan sonra hak ettiği hiçbir yatırımdan faydalanamamıştır. Et­rafındaki köy hükmündeki kazalar gelişir, güzelle­şirken; Aksaray sürekli yerinde saymıştır. Türki­ye’nin karayolları ağının en can alıcı noktasında olmasına, tarih boyunca kulanılan kral yolu ve ipekyolunun tam üzerinde bulunmasına rağmen, ne büyük bir sanayi tesisi kurul­muş, ne de büyük yatırımlara sahne olmuştur.

1970'li yılların sonunda temeli atılan motor fabrikası Mercedes firmasına devredilmiş ve Oto­marsan adıyla 1980'li yılların ortasında faaliyete geçmiştir. Yine 1970'li yıllarada temeli atılan, bina­ları kurulan Et - Balık Kombinası öylece terkedil­miştir. Süt Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından küçük ölçekli bir Süt ve Mamülleri Fabrikası kurulmuştur.

 

Vilayet olduktan sonra süratle gelişen Aksaray nüfus ve sanayi açısından gelişimini sürdürmüştür.özellikle 2004 yılında kalkınmada öncelikli İllaer kapsamına alınmış, yakın bir zamanda havaalanına, şeker fabrikasına, organize sanayi bölgesine kavuşacaktır. Yine yıl­lardır daracık bir binada hizmet veren devlet has­tanesi yerine, 200 yataklı bir Devlet Hastanesi, bunun yanında Sosyal Sigortalar Kurumu Dispan­seri yapılmıştır.

Şehir içi yolları, bulvarlı ve dörder şeritli hale getirilen Aksaray; içme suyu, kanalizasyon hiz­metleri ve yapılan yeni kamu ve özel binalarıyla da Onbinyıl öncesinde başlayan yerleşik yaşamın  kesintisiz devamını sergilercesine modern bir şehir hüviyetine kavuşmuştur.


 

BİZANS DEVRİNDE AKSARAY
 


 

      Hz. isa'dan önce  Garsaura diye anılan şehir Archalais adını almıştır. imparator Cla­udius buraya Roma kolonilerini yerleştirdi. M.S. 41-­51'de Colonia Archalais diye anılmaya başlandı. I.yy'ın ortasında Nenezi (Nazianzus) şehir payesi el­de ederek Diocaesareia adını almıştır.

Bölgede yaşayanlar bu dini hemen benimsediler. Ürgüp, Göreme, Ihlara, Gelveri, Selime, Yaprakhisar yöreleri adeta bu dinin merkezleri haline geldi. Halk buralardaki mağaralara sığınarak, kendilerine barı­naklar, mabedler, medfenler yaptı.

I. Bizans imparatoru Konstantin M.S. 313 yılında Hristiyan olan annesi St. Elen (Elena)'in de etkisiyle Hristiyanlığı kabul edince "Herkesin istediği dini ka­bul etmesi ve istediği biçimde dini ayin yapmasını serbest bırakan" Milan Fermanı'nı yayınlamıştır.

Milan fermanı ile birlikte mağaralardaki halk gün yüzüne çıktı. Hasandağı ve çevresinde kiliseler yap­tılar. St. Basilus, Nazianzaslu Gregorius, NyssalıGregorius o dönemin ünlü din adamlarıdır.

ASSUR TİCARET KOLONİLER DEVRİ

M.Ö.2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır.

Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiçbir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar.

Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir.

Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur.

Bu ticaretin merkezi ve yazılı belgelerin en fazla bulunduğu yer Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum’dur (Karum: Ticaretin yapıldığı Pazar  yeri). Belgelerde adı geçen ve Karumlardan birisi de Puruşhanda olarak bilinen Yeşilova Kasabasındaki Acemhöyüktür. Acemhöyük'te (Puruşhanda) Prof. Dr. Nimet Özgüç başkanlığında bir heyet tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, buranın Anadolu'nun M.Ö. II. bin başlarında Asurlu tüccarlar tarafından kurulan en önemli Karum'lardan (pazar yeri) birisi olduğu anlaşılmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan iki adet yanmış saraydan elde edilen önemli arkeolojik buluntuların büyük bir bölümü Aksaray, Ankara ve Niğde müzelerindedir. Kazılarda ele geçen mühür baskılarındaki (Bulla) yazılar Aksaray ilindeki yazılı tarih veren ilk belgelerdir.  Acemhöyük yerleşmesinde ortaya çıkarılan anıtsal saray yapıları bu döneme ait korunmuş en önemli yapıtlardandır.

TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE AKSARAY

NEOLİTİK ÇAĞ

 
İç Anadolu yaylasında 980m. yükseklikte uzanan verimli Aksaray ovası Uluırmak/Melendiz(Aksu)nun suladığı volkanik yapılı bir arazide uzanır. Ova Melendiz, Büyük ve Küçük volkanik Hasandağı dizileri tarafından çevrilmiştir.

Hasandağı’nın zaman, zaman püskürtmeleri sonucu bazalt, andezit ve özellikle tüf gibi kayalar yörenin doğal görünümüne büyüleyici bir nitelik kazandırdığı gibi, eski kültürlerin yaşamlarında da önemli bir yapı taşı rolünü oynamışlardır.

Bütün bölgeyi kaplayan arazide oluşan peri bacaları, kayalar içindeki mağaralar, iskan kovukları Melendiz’in Kozdağı kanyonlarında kayalara oyulmuş kiliseler bunun birer kanıtını oluşturmaktadır.

Aksaray yöresinde büyük olasılıkla insanlar paleolitik Çağdan(Yontmataş/Eski Taş Çağından) yaklaşık yüzbinyıl öncesinden itibaren yaşamışlardır. Buna ait bazı belirtileri Güzelyurt çevresinden toplanan “Mousterien” ve”Aurignacien” karakterde yontma taştan obsidien aletler oluşturmaktadır.

Buzul çağının sert iklim koşullarında yaşamak zorunda kalan bu insanlara, bölgenin doğal kaya kovuklarını elverişli birer barınak teşkil etmiş olmalıdır. Buzul Çağının sonlarında Aksaray çevresinin önemli bir kısmı büyük bir pulivial (yağmur) gölle kaplanmış olduğu bilinmektedir. On iki bin yıl önceleri başlayan iklim değişiklikleri İç Anadolu yağmur göllerinin kurumasına yol açmıştır. Aksaray ovasının oluşması da bu dönemde başlamıştır.

Halosen başlarında, yaklaşık günümüzden önce 10 000  (M.Ö. VIII. Bin) yıllarında insan topluluklarının ilk kez bir yere sürekli olarak yerleşip, ilk köyleri kurdukları, ilk kez tarıma başladıkları, ilk olarak hayvanları evcilleştirmeyi başardıkları, insanlık tarihinde son derece önemli bir dönemdir. Neolitik Çağ kültürleri başlıca iki ana evreye ayrılmaktadır. Bunlar “Akeramik Neolitik (Çanak Çömleksiz Neolitik) ve “Keramikli Neolitik” (Çanak Çömlekli Neolitik) kültürler biçiminde tanımlanmaktadır. Aksaray İlinde Neolitik Çağ kültürlerine ait yerleşim yerlerini saptamak için en geniş kapsamlı araştırmalar 1964-65 yıllarında Ian Todd tarafından yapılmıştır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Japonya Orta Doğu Kültür merkezi ekiplerince bu bölgede arkeolojik yüzey araştırmaları yapılmış ve gerek Çanak Çömleksiz Neolitik’e, gerekse Çanak Çömlekli Neolitik’e ait çok sayıda höyük ve düz yerleşme yeri bulunmuştur. MÖ. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olan Konya yakınlarındaki Çatal höyükte yapılan kazılarda Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağı’nın lav püskürttüğünü tasvir eden bir duvara boyanmış duvar resmi bulunmuştur.

Aksaray İlinde Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürleri temsil edebilecek yerler; Acıyer, Aşıklı Höyük, Çakılbaşı, Nenezi Musular, Yellibelen Mevkii, Sırçan Tepe, İninönü olarak gösterilebilir. Ayrıca aynı evreye ait çok sayıda obsidyen atölyesi (işliği) bulunmaktadır. Bu atölyelerde alet/silah yapımında kullanılan obsidyen kaynağından çıkarıldıktan sonra, çoğu kez yarı işlenmiş ürün haline getirilmiştir. Bu yarı işlenmiş obsidyenlerin, daha sonra değiş-tokuşa dayalı bir ticaret kapsamında yalnızca çevredeki yerleşmelere değil, aynı zamanda çok uzak mesafelere, Ürdün’deki Eriha yerleşmesine kadar gönderilmiş olduğu bilinmektedir. İlimizde Çanak Çömleksiz Neolitik kültürün temsilcisi 1989 yılından bu yana kazılan Aşıklı Höyük’tür.1996 yılında kazılmaya başlanan Musular yerleşmesi Aşıklı Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürünün son dönemini yansıtmaktadır.  Aksaray da Ihlara Vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyükte yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesinin kerpiçten yapılmış ilk mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Aşıklı Höyükte araştırma yapan Prof. U.Esine göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyükte ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmiş yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanı sıra az pişmiş kilden figürünler de ele geçmiştir. Aşıklı Höyük araştırmacıları, bu höyükte ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin ameliyatının (trepanasyon) 20-25 yaşlarındaki bir kadına uygulandığını belirtmektedirler.

.

            KALKOLİTİK ÇAĞ

Akeramik ve Neolitik çağı takip eden tarih öncesi kültür dönemlerinden ilki Kalkolitik Çağdır. Kalkolitik Çağ, özellikle bakır madeninin,alet,silah,araç gereç yapımında gitgide çoğalan oranda kullanılması ile tanımlanabilir.yaklaşık 5900-3200 yılları arasına kapsayan bu dönemde ayrıca sabanın kullanılmasıyla tarımsal ürünlerde eskiye oranla üretim artmış,evcil hayvan sayısı çoğalmıştır.Artan nüfusla birlikte yerleşmelerin sayısı da artmıştır.Köyler gitgide büyüyerek kasabalara dönüşmüş, çanak çömlek yapımı ileri bir safhaya ulaşmış estetik ve sanatsal yönden oldukça ileri bir düzeye çıkmıştır.

Aksaray da yapılan kazı ve yüzey araştırmaları ile Kalkolitik çağda yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği saptanmıştır. Apsarı/Çatalsu köyündeki Güvercin Kayası höyüğünde,(M.Ö 5200-4800) İstanbul Üniversitesi ve Aksaray Müzesi ile birlikte yapılan kazılarda bu dönem özelliklerini yansıtan mimari ve küçük buluntular Aksaray da ki Kalkolitik yaşam hakkında önemli sayılacak bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Kendine has çanak çömleği ile Güzelyurt/Gelveri Yüksek Kilise kalkolitik dönemde bölgemiz ve diğer bölgelere etkisi bakımından çok önemli bir yerleşme olarak bilim aleminde ki yerini almıştır. Bu iki yerleşme dışında yörede yapılan yüzey araştırmalarında çok sayıda höyükte kalkolitik Çağ karakteristiğini yansıtan buluntulara rastlanılmıştır.

 

            ESKİ TUNÇ ÇAĞI (İLK TUNÇ ÇAĞI)

M.Ö.IV. binin sonu ve III. binin başlarında Anadolu'da bakır ve kalay karıştırılarak tuncun elde edilmesi, bunun silah yapımında kullanılmasıyla Anadolu insanı "Tunç Çağı"na girmiştir. İnsanoğlu çok önemli bu alaşımla silah, kap-kacak ve süs eşyaları üretmeyi başarmış; bakır, altın, gümüş gibi asıl ve asıl olmayan madenleri de dövme tekniği ile işleyerek, dinsel amaçlı veya günlük ihtiyaçlarına cevap veren objeler üretmiştir.


Aksaray İli Yeşilova Kasabası bulunan ve 1962 yılından bu yana arkeolojik kazıları yapılan Acemhöyük Ören yerinden çıkarılan Eski Tunç Çağı buluntuları bu gün Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Bugüne kadar yapılan kazılarda Acemhöyük’ün M.Ö III.  bin yani Eski Tunç Çağı yerleşimlerinde konutların dikdörtgen ya da yamuk planlı kerpiç yapılardan oluştuğunu göstermiştir. Bu dönemde ölüler bir yandan yerleşim yeri dışındaki mezarlıklara toprak ve küp mezarlara gömülmüştür. Ölülerin yanına yüzük, bilezik, küpe, kolye gibi süs eşyaları ve bazı kaplar hediye olarak bırakılmıştır. Bunların yanında taş, kemik ve çeşitli metallerden yapılmış takılar, silahlar ve günlük işlerde kullanılan eşyalar ele geçirilmiştir.

Bilim adamlarınca yapılan yüzey araştırmalarında İlimizde bulunan höyüklerden toplanan çok sayıda Eski Tunç Çağı malzemesi ile vatandaşlarca bulunarak Aksaray Müzesine getirilen    Eski Tunç Çağına ait buluntularda Aksaray da bu dönemin yoğun  ve kesintisiz olarak yaşandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.


 

 
 
yaprakhisar.tr.ggTOPlist
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol